Futbol, pek çok ülkede
olduğu gibi Türkiye’de de en popüler spor dalı. Ancak bu popülaritenin gücü o
denli fazla ki; futbol, neredeyse her alanda diğer spor dallarının önüne
geçiyor. Geçtiğimiz günlerde konuk olarak katıldığı bir seminer sonrasında
“Sporx.com” sitesinin kurucu ortaklarından İlkan Gökyılmaz’a, sitelerindeki
okuma oranlarına dair bir soru yönelttim. Aldığım yanıt düşündürücüydü. Siteyi
ziyaret edenlerin % 90’ı, futbol haberleri ile ilgileniyor; yalnızca % 10’luk
bir kesim, futbol dışında kalan (ve sitede kendine yer bulan) yaklaşık 25-30
farklı branşla ilgili olarak yayınlanan haberleri okuyormuş. Bu durum uluslararası
başarıların sıklıkla yaşandığı, dünyanın en iyi liglerinde sporcularımızın olduğu
basketbol ve her yıl Avrupa’da ve dünyada son derece başarılı sonuçların
alındığı voleybol branşına olan ilginin bile, internetten sporu takip eden
kesimin % 10’undan daha azını kapsadığını gösteriyor.
Peki ama bu durumun sebepleri nelerdir? Bir ülkenin spor
kültürünün şekillenmesindeki en önemli aktörlerinin başında, medya geliyor.
Türkiye’de okuryazarlık oranı gelişmiş ülkelere nazaran oldukça düşük. Dijital medyanın
popülaritesi artsa da araştırmalar, televizyonun halen en etkili iletişim
mecrası olduğunu gösteriyor. Akşamları belli bir saatte televizyonu açtığınızda
kanalların büyük bölümünde futbol konuşuluyor, tartışılıyor. Gazeteleri, sezon
sonunda liglerin oynanmadığı bir tarihte bile açsanız, karşılaşılan manzara
aynı; futbol, basketbol ve voleybol dışında kalan spor dalarının gazetenin spor
sayfasındaki toplam alanı, antrenman yapan futbolcuların resminden daha ufak. Bu
noktada önemli bir soru akla gelebilir: “Halk istediği için mi medya futbola bu
denli fazla yer veriyor; yoksa medya futbola bu denli fazla yer verdiği için mi
toplumun futbola olan ilgisi bu denli büyük?”.
Medya görünürlüğünün, toplumun ilgisine etkisinin dışında
sporun önemli aktörlerinden birine daha etkisi var. Sponsorlara. Türkiye’de
sporun her kademesinde gerçekleştirilen birbirinden farklı spor olaylarına
katkı sağlayan sponsorların sayısı, ülke ekonomisi düşünüldüğünde oldukça
düşük. Avrupa’da sponsorluk harcamalarının genel reklam harcamalarına oranı yaklaşık
% 10 seviyesindeyken, Türkiye’de bu oran % 1’in altında kalıyor. Türkiye’de son
dönemde, firmalar için eşsiz bir iletişim mecrasına çevrilebilecek yapıdaki
sayısız spor organizasyonu gerçekleştirilirken sponsorluk harcamalarının bu
denli düşük kalması da son derece düşündürücü. Bu durumun nedenlerini sıralamak
ise pek de zor değil: Futbol dışındaki spor branşlarının kısıtlı medya
görünürlüğü ve toplumun aktif veya pasif katılımcı olarak spora olan ilgisinin
düşüklüğü. Sponsor firma, doğal olarak potansiyel tüketici kitlesi ile temas
kurmak ve ona görünür olmak istiyor. Ancak seyirci ilgisinin eksikliği,
sporcuların aldığı başarısız sonuçlar ve medyada arzu edilen şekilde görünürlük
alınamaması, beraberinde hayal kırıklığı getiriyor ve firma, tatmin olmadığı
için sponsorluk kararından vazgeçiyor veya hiç sponsor olmuyor.
Gelelim sürekli duyulan o meşhur soruya: “Bizden niye sporcu
çıkmıyor?”
Bu soruya tek bir yanıt verilmesi imkansız. Sporcuların
yetiştirilmesinde dünyadaki güncel yapıyı incelediğimizde ve Türkiye’yi diğer
ülkelerle kıyasladığımızda birçok spor branşında para faktörü mutlaka etkiliyse
de, çok da ön planda olduğu söylenemez. Türkiye’den çok daha sınırlı kaynaklara
ve en önemlisi sınırlı insan kaynağına, başka bir deyişle çok daha az nüfusa
sahip ülkelerden birçok farklı branşta elit sporcular çıktığını görüyoruz. Son
dönemde farklı branşlarda kazandıkları başarılarla öne çıkan Sırbistan veya
Hırvatistan gibi ülkeler, bu duruma iyi birer örnek teşkil ediyor. Ancak nüfus
yanıltıcı bir faktör, asıl önemli olan spora katılım. Örneğin Türkiye’nin
nüfusu, İsviçre’nin nüfusundan neredeyse on kat daha fazla. Buna karşılık tenis
oynayan kitle, sayısal olarak Türkiye’dekinin 30 katı. Bu da, İsviçre’de tenise
katılımın Türkiye’de tenise katılımdan yaklaşık 300 kat fazla olduğu anlamına
geliyor. Fark bu kadar açık olmasa da durum, yalnız tenis branşında değil,
neredeyse her branşta benzer nitelikte. Aynı şekilde, Almanya’daki kulüplerin
sayısı Türkiye’deki kulüp sayısının 10 katı ve Alman nüfusunun yarısını oluşturan
40 milyon insan ise, bu kulüplerin üyesidir.
Yukarıda belirtilen bu rakamlar, aslında bize spor kültürümüz
hakkında fikir veriyorlar. Günümüzde spor, kültürün oluşumunda rol oynayan en
önemli öğelerden biridir. Spor yönetiminin dünyanın geri kalanına nazaran
bambaşka bir yapıda olduğunu Amerikan sporunu sistemin dışında tutarsak, birçok
ülkenin uzun vadeli planlamalarla (20-30 yıllık) spor gelişim politikalarını ve
bu sayede spor kültürlerini oluşturdukları ve sistemin işler hale gelmesine
paralel olarak spora katılımın ve elit sporcuların sayısının arttığını
gözlemleyebiliriz.
Olimpiyatların alınması, neden bu denli önemli? Aslında
yalnızca olimpiyatlar değil ülkemizde gerçekleşen üst düzey spor
etkinliklerinin tümü çok önemli. Ancak bu etkinliklerin altı iyi doldurulmazsa
yapılan yatırımların boşa gitmesi riski oldukça büyük. Bu duruma örnek olarak ülkemizde
6 yıl boyunca gerçekleşen ve geçen yıl son bulan Formula 1 yarışını veya etkinliklerin
düzenlenmesi için tesisleşme kapsamında birçok yanlışı barındıran Olimpiyat
Stadı’nı verebiliriz. Spor organizasyonlarına talip olunurken önce hedeflerin
ve konseptin belirlenmesi gerekir. Uluslararası spor etkiliklerinin kısa ve
orta vadeli birçok etkisi bulunduğu gibi etkinliğin gerçekleşmesi için inşa
edilen tesislerin uzun vadede kullanımı da, spor katılımını ve belki de o spor
branşının geleceğini şekillendirmek için büyük bir fırsattır. İlgili kamu ve
özel sektör birimleriyle beraber yapılacak stratejik bir planlama ile
tesislerin uzun vadeli kullanımı sağlanmalıdır. Nüfusunuzun bu denli fazla olmasına
rağmen, ülkemizin çeşitli yerlerindeki sınırlı sayıdaki tesislerin bile atıl
durumda olmaları oldukça düşündürücüdür. Birçok spor tesisimiz kapısı kilitli,
tel örgülerle çevirili durmaktadır. Aslında çocukken çoğumuzun topunun, komşu
tarafından kesildiği bir kültürde bu “girilmez” yaklaşımı, pek de şaşırtıcı olmasa
gerek...
Sorunun kaynağı nerede? Spor ilk olarak okulda öğretilir.
Okul ve spor ilişkisini anlamak için bakılacak en iyi örneklerden biri,
Amerika’dır. Bugün Amerika’da birçok üniversitede, bizim önde gelen futbol
takımlarımızın statlarından daha büyük Amerikan futbolu statları bulunduğunu
görebiliriz. Ayrıca sponsorluk ve idari bütçeleri, bizim önde gelen basketbol
takımlarımızınkine denk üniversite takımları vardır. Bu ilişki ve yaklaşım,
yalnız üniversitelerde değil; eğitimin her kademesinde aynıdır. Pek çok ülkede çocuklar, daha ilkokuldayken sporla tanıştırılır;
aileler, çocuklarını spora getirsin diye özendirilir. Dönüp Türkiye’ye
baktığımızda okulun ve eğitim sisteminin, spora katkıdan çok zarar verdiği net
bir şekilde gözlenmektedir. Profesyonelliğe adım atma yaşına gelen potansiyel
şampiyonlarımız, karar günü geldiğinde eğitimlerine odaklamayı tercih ederek
spordan uzaklaşmaktadır. Birçok spor branşında en önemli fiziksel ve teknik
gelişimin sağlandığı 12-15 yaş arasındaki çocuklar, daha o yaşta hayatlarını
şekillendirecek bir sınavın stresine girerek spor hayatlarına ara
vermektedirler. Spora geri döndüklerinde ise yurtdışındaki rakipleriyle
aralarındaki mesafe, kapanması mümkün olmayacak kadar büyümüştür. Düzensiz
aralıklarla değişen eğitim sistemimiz içerisinde spora gereken önem verilmediği
ve sporculara birtakım ayrıcalıklar tanınmadığı sürece, yapılan yatırımların,
sonuçsuz ya da bireysel bazda kalması muhtemeldir.